
Bir hikaye duymuştum: ODTÜ Felsefe Bölümü'nde birinci sınıfların ilk dersi yapılıyormuş. Hoca başlar başlamaz Aristo anlatacak değil ya, öğrencilerden kendilerini tanıtmalarını ve bu bölümü neden seçtiklerini anlatmalarını istemiş. Herkesin kendilerine göre nedenleri var. Gençlerden biri de demiş ki: "Hocam, ben var mıyım, yok muyum öğrenmeye geldim." Hoca bu ilginç öğrenciye şöyle cevap vermiş: "İyi de, soran kim?"
En emin olduğumuz şey, kendimizin varolduğudur. Paranoyakça, tüm evrenin gördüğümüz bir hayal olduğunu düşünsek bile... Peki nedir "ben"?
Bir meditasyon tekniği var. İsmi: Soğan Oyunu. Soğanın katları gibi, fazlalıklarınızı atıp cücüğe ulaşmaya çalışıyorsunuz. İlk aşama: "Ben bedenim değilim" aşaması. Benliğinizi bedeninizden ayrı düşüneceksiniz. Bedeni unutup daha içeridekine yoğunlaşacaksınız. Sonra "Ben düşüncelerim değilim" aşaması var. Düşünceden sıyrılmak, onu durdurmak burada amaç. "Mantra" denilen, manasız, sadece bu iş için kullanılan bir kelimeyi sürekli tekrarlıyorsunuz. Bu sırada aklınıza gelen düşünceleri sizden ayrı bir şey olarak görüyor, önünüzden geçip gitmelerini izliyorsunuz. Sonra "Ben duygularım değilim" vesaire geliyor. Ulaştığınız cücük ise "Ben neyim o zaman?" sorusunun cevabı oluyor. Aslında yanıltıcı bir çaba. Bedenimiz, düşüncemiz, duygumuz olmadan biz de varolamayız, ancak kendimizi bunlardan ayırt edebiliyoruz.
Komplo Teorisi filmini hatırlıyor musunuz, hani Mel Gibson'ın oynadığı? Orada sözü edilen zihin kontrolü deneylerinin ABD, Rusya ve Çin'de gerçekten yapıldığı rivayet edilir. Bu işin bir parçası da "Duyusal Yoksunluk" deneyleri. Deneğin vücudu ilaçla geçici felce sokuluyor ve hiçbir şey duyamayacağı ve göremeyeceği bir tanka kapatılıyor. Gözünüzün, kulağınızın, dokunma duyunuzun olmadığını bir düşünün. Vücudun ilk tepkisi uyku olur herhalde ama nereye kadar uyuyabilirsiniz ki? Sonra halüsinasyonlar başlıyor, duyu organlarının son çırpınışları, odaklanacak bir şey olmadığında beyin uyduruyor görüntüyü, sesi. Birkaç gün içinde "benlik bilinci" yok olmaya başlıyor. Ottan farkınız kalmıyor, ortada yaşayan bir beden var ama o siz değilsiniz, artık yoksunuz.
Her varlık bir zemin üzerinde varolur. Mesela siyah bir zemin üzerinde yuvarlanan siyah bir topu göremiyoruz. Ancak zeminin rengi değişince farkına varabiliyoruz. Benzer şekilde, kendi benliğimizi fark edebilmemiz için, bizden farklı şeylerin varlığını fark edebiliyor olmamız gerekiyor. Duyularımıza gelen sinyalleri kullanarak gerçekliğin bir suretini beynimizde yeniden oluşturuyoruz. "Ben" dediğimiz şey, işte bu sureti zemin edinerek varoluyor. Yani "ben" gerçekliğin parçası değil, suretin bir parçası. Beynimizde yarattığımız bir odak noktası. Diğer parçaları algılayan, onları birbirine bağlayan, suret dünyanın merkezi olan hayali bir parça.
Yani hepsi bir hayalmiş ama gerçekliğin bir hayali...
ulaş akyol
www.huznukomik.net te yayınlandı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder