"Birlik" başlıklı yazımda, hepimizin devasa bir resmin küçük parçaları olduğumuzu vurgulamaya çalışmıştım. Bu devasa Birlik hakkında bilgi edinmek için iki farklı yol var. Birlik'in içinde kalmak ya da dışına çıkmak. İlkinde deryada bir balık gibiyiz. Deryanın içinde yüzüyor, onu soluyoruz. Derya da his şeklinde bir bilgi olarak bizim içimizde. Ama o hisse bilgi diyebilir miyiz? En azından bilimsel bilgi diyemeyiz. Bilim, deryayı bilmek için, kendimizi deryadan soyutlamamız, onun dışına çıkmamız gerektiğini söyler.
Kendimizi Birlik'ten ayrı bir yere koyduğumuz zaman, bizi Birlik'e, gerçekliğe bağlayan şeyin duyularımız olduğunun farkına varıyoruz. Gerçeklik ömür boyu duyu organlarımıza bazı sinyaller gönderiyor. Bu sinyallerden yararlanarak gerçeği algılıyoruz, yani gerçekliğin suretini beynimizde yeniden oluşturuyoruz.
Ancak bu yeniden oluşturma sürecinde gerçeklikten gelen bu sinyaller üç farklı süzgeçten geçiyor.
İlk süzgece "Biyolojik Süzgeç" diyebiliriz. Duyu organlarımız gerçekliği, ancak yaşamımızı sürdürebilecek ölçüde algılamamızı sağlayacak şekilde evrimleşmiştir. Yaşamak için bütün gerçekliği algılamaya ihtiyaç yoktur. İnsan gözü ve kulağı, elektromanyetik dalga spektrumunun çok çok dar bir aralığını algılayabilir. Mesela kızılötesi bölgeyi biz göremeyiz ama yılanlar geceleri vücut ısılarından yararlanarak avlandıkları için kızılötesini görür. Bu yüzden mikroskoplar, teleskoplar ve spektroskoplar gibi aygıtlar geliştirip gerçekliğin daha büyük bir kısmını algılamaya çalışırız. Ama her zaman "bir kısmını".
İkinci süzgece "Kültürel Süzgeç" diyebiliriz. İçinde yetiştiğimiz toplumun belli düşünce biçimleri, belli sınırları var. Bu, gruplar, meslek v.b. için de geçerlidir. Kültürel Süzgeç özellikle dilimize yansıyor. Mesela biz Türkler sadece bir çeşit "kar" biliriz. Kar çeşitleri için sadece bir tek kelimemiz var. En fazla "sulu kar" falan diyebiliriz. Eskimolar ise 17 çeşit kar biliyorlar, hepsinin ayrı ayrı ismi var. Yani kar konusunda daha fazla algı ve bilgiye sahipler. Kültürel Süzgeç nedeniyle bilim de gerçekliğin tümünü algılamıyor, her şeyi açıklayamıyor. Çünkü bilimin de bir kültürü, düşünüş biçimi var. İşin kötüsü, çoğu insan Kültürel Süreci fark edemiyor bile.
Üçüncü süzgece "Bireysel Süzgeç" diyebiliriz. Bu bizim kendi sınırlarımızla ilgili. Bir şey hakkında bilgi edinmek için öncelikle ona dikkat yöneltmemiz gerekir. Sartre bir örnek veriyor: Mesela sevgilinizle kafede buluşacaksınız ama o geç kaldı. Kafeden içeri girdiğinizde ilk dikkatinizi çeken şey, sevgilinizin orada "olmadığı"dır. Orada "olan" diğer insanları görmezsiniz bile. Bireysel isteklerimiz, düşüncelerimiz ve sınırlarımız dikkatimize yansır ve gerçekliğin yine çok küçük bir parçasını algılamamıza neden olur.
Bu üç süzgeçten geçtikten sonra, gerçekliğin elimizde kalan kırıntılarıyla, gerçekliğin bir suretini beynimizde yeniden oluştururuz. Sonra bu surete bakarak, yine kendi sınırlarımız içinde kalarak gerçekliği yorumlamaya çalışırız. Çünkü yapacak başka bir şey yok.
Sonra da her şeyi bildiğimizi, gerçeklerin farkında olduğumuzu iddia ederiz.
ulaş akyol
www.huznukomik.net te yayınlandı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder