Ahmet Bey yeniden ayak parmaklarını çatlattı. Akşama kadar tezgah başında durmaktan baldırlarına ağrı girmişti. Şimdi kırk beş yaşındaydı. On sene daha çalışsa emekli olacaktı. Mutlu emeklilik günleri hayallerini "on sene" lafı darmadağın etti. Keyifsizce bacaklarını, uzandığı kanepenin yanlığının üzerine attı.
Ailecek televizyonun başındaydılar. Karısı Neriman Hanım, her gün izlediği, bir türlü sonu gelmeyen televizyon dizilerinden birini izliyordu. Ahmet Bey sıkıldı. Karısının bu dizilerde ne bulduğunu anlamakta güçlük çekiyordu. Başka kanallarda da bir şey yoktu. Yemeğin ağırlığı üzerine çökmüş, sobanın sıcağıyla iyice mayışmıştı.
Ufak kızı Ayşe sobanın yanında iki büklüm olmuş, yere yaydığı defterlere bir şeyler yazıyordu. Oğlu Ali koltukta dalıp gitmiş bir halde televizyona bakıyordu. İzlemediği her halinden belliydi.
Dizi bitince reklam arası girdi. Ali, sanki arayı bekliyormuş gibi ayaklandı. Odadan çıkar çıkmaz soğuğu hissetti. Hele tuvalet hiç gidilecek gibi değildi. İşerken, zaten hiç ısınmayan ayakları yine buz kesti.
Birazdan haberler başlayacaktı. Ahmet Bey'in, haberleri ille de izlemesi gerekiyordu. Memleket meseleleri falan tabi önemliydi. Ama Neriman Hanımı hiç ilgilendirmiyordu. Seçim zamanı kocası mührü şu resme vuracaksın derdi, o da söyleneni yapardı.
Reklamlarda yine gazetelerin tabak-çanak verdiği bağırılıyordu. Neriman Hanım beğendiği olursa kupon biriktirir, aldığı tabakları büfeye dizerdi. Bunlar misafir tabağı olduğu için günlüğe kullanılmaz, Neriman Hanımın altınlı "gün"ünü beklerdi. Gün o gündü, diğer günler günden sayılmazdı. Derken spiker misafirlikle ilgili şeyler söylemeye başladı:
"... misafirliklerin, komşuluk ilişkilerinin, kentleşmeyle birlikte ortadan kalkmasının toplumsal bütünlük ve huzuru tehdit edici boyutlara ulaştığı konusunda görüş birliğine varan Bakanlar Kurulu duruma müdahale etme kararı aldı. Saat on yedi sularında yapılan Bakanlar Kurulu açıklamasında tüm vatandaşlarımızın yirmi bir otuz itibariyle en yakın komşusuna misafirliğe gitmesi ve en az yarım saat sohbeti sürdürmesi gerektiği bildirildi. Karara uymayanlar hakkında kanuni işlem yapılacağı uyarısında bulunuldu. Muhalefetten bu karara sert tepki...."
Neriman Hanım, Ali, Ayşe, hepsi Ahmet Bey'e bakıyordu. Ahmet Bey ne diyeceğini bilmez halde haberlere bakmaya devam etti. Karşı dairede oturan üç genç aklına geldi. Öğrenciydiler. Bir ay önce taşınmışlardı. Sesleri pek çıkmıyordu. Hiçbiriyle bir kez olsun merhabalaşmadığı aklına gelince Bakanlara hak vermeden edemedi, ancak bu karar biraz tuhaftı. Ali yüksek sesle:
"Bunlar neler saçmalıyor yahu?" dedi.
Ahmet Bey göz ucuyla Ali'ye baktı. Yanında yüksek sesle konuşulmasından hoşlanmazdı. Oğlunun yüksek volümünü ve "yahu" kelimesini beğenmemişti. Ali anladı ve sustu. Ahmet Bey cevap ararken Neriman Hanım sözü aldı:
"Başımız derde girmesin yavrum, gidiverelim yarım saat.."
"Ya şimdi bu kışta kıyamette de hiç çekilmez."
Ali odasına çekilip müzik dinlemeyi düşünüyordu, ama tüm planları suya düşmüştü şimdi. Keyifsizce sordu:
"Baba, gitmesek ne olur ki?"
"Ceza meza gelir evladım, ödeyecek halimiz mi var?"
"İş mi şimdi bunların yaptıkları..."
"Baba, benim ödevim bitmedi, ben gelmesem olmaz mı?"
"Olmaz kızım, televizyonda söyledi ya işte, herkes gidecek. Gelince yaparsın."
"Nerden çıktı bu iş yaa..."
"Hımmmm..."
Telefon çaldı. Neriman Hanım yavaşça yerinden doğrulup üçüncü çalışta ahizeyi yakaladı. Yakalamasıyla tiz ve yüksek bir sesin kulağını tırmalaması bir oldu.
"Alo! Neriman! Sen misin?!"
Şu kadın da telefonla konuşmayı bir türlü öğrenememişti. Bas bas, daha doğrusu tiz tiz bağırıyordu.
"Benim Müzeyyen Teyze, nasılsın?"
Hatır sormalardan ve "ne zamandır uğramıyorsun"lardan sonra Müzeyyen Teyze konuya girdi:
"Neriman! Televizyonda bir şey dediler de! Onun için aradıydım! İzledin mi haberleri?!"
"Hıı. Komşuya falan gidecekmişiz."
"Nasıl olacakmış o? Ahmet Bey oğluma bir soruversene!"
"Ahmet. Müzeyyen Teyze nasıl olacağını soruyor."
Ahmet Bey sorunun saçmalığına sinirlendi.
"Canım nasıl olacağı var mı?! Dokuz buçukta komşusuna gidecek işte!"
"Dokuz buçukta alt kata, Emine Ablalara iniversin diyor Müzeyyen Teyze... Ha?.. Yarım saat oturuver canım... Tamam.. Baş üstüne.. Tamam.."
Neriman Hanım telefonu kapatıp yerine geçti.
"Selamı var."
Aleykümselam şeklinde mırıldandılar. Televizyon Zimbabve'deki çatışma haberlerini veriyordu. Ahmet Bey kazağını yukarı doğru sıyırıp göbeğini kaşımaya koyuldu. Ali de kafasındaki kepekleri kaşıyordu. Ayşe esnedi. "Belki hızlı yaparsam ödevi bitiririm." diye düşündü. Yirmi bir tane birbirine benzer örnek vardı. Kolaydı ama sıkıcıydı. Öğretmen "Hepsi yapılacak!" demişti bir kere, yapılacaktı. Zaten bir sürü saçma şey yapıyorlardı. Kitapta yazan şeyleri neden deftere tekrar yazdıklarını hala anlamış değildi.
Neriman Hanım dalgın dalgın bakınıyordu. Bir elini çenesine yaslamış, serçe parmağını hafifçe ısırmıştı. Bu onun çok derin bir şeyler düşünme modunda olduğunun göstergesiydi. Bir şey sormak isteyip de, gerekli kelimeleri bulmaya çalışıyormuş gibi bir hali vardı.
"Ahmet. Şimdi bizim apartmanda kapıcıyla beraber on beş daire var ya.."
"Hııı..?.."
"Herkes, kendi karşısındaki daireye gitse... Hüseyin efendi nereye gidecek? Karşısı kömürlük..."
"Bize ne hanım? Nereye giderse gider."
"Hani gariptir diyorum. Söyleyelim de bari bize gelsin."
"Bilmem."
İkisi de sustu. Neriman Hanım, Ahmet Bey'in karar vermesini bekliyor, ancak fazla da ilgilenmiyordu. Ahmet Bey ise deminki konuşmayı çoktan unutmuştu. Sıcaktan gözleri hafif hafif kapanıyordu. Uykusunu açmak için yüzüne su çarpmayı düşündü ama bunu düşünmek bile dehşet vericiydi. Bu arada Ali gitmemek için son çırpınışlara geçti:
"Şimdi biz gitmezsek kim görecek? Her apartmana polis mi koymuşlar?"
"Yahu ne bileyim? Şikayet mikayet olur."
Ali bu cevapla birlikte iyice sıkıntıya girdi. Önce bütün parmaklarını tek harekette kıtırdattı. Sonra her parmakla ayrı ayrı ilgilenmeye başladı, öne, arkaya, sağa, sola büküp duruyordu. Ayşe'nin ise parmak eklemlerinden çok tırnaklarıyla sorunu var gibiydi.
"Yeme şu tırnaklarını kızım!" diye çıkıştı Neriman Hanım.
"Yaaa yemiyorum işte yaa!"
"Bak sonra ellerin büyüyünce çirkin olur."
Ayşe parmaklarını ağzından çekti. Elleri çirkin olsa ne olurdu ki sanki? Ama bu düşüncesinden de hemen vazgeçti. Neriman hanım çok geçmeden tekrar transa geçmişti. Ahmet Bey alışkanlıkla soruyu beklemeye başladı. Fazla beklemesine gerek kalmadı:
"Ahmet. Karşıda üç tane genç çocuk kalıyor."
"Biliyorum."
"Şimdi biz mi onlara gideceğiz yoksa onlar mı bize gelecek?"
"Haydaaaaaaaa!"
Bunu sanki "Neriman! Bunu nasıl bilmezsin?" der gibi söylemişti ama aslında onun da kafasına takılmıştı bu soru. Ne cevap vereceğini bilemedi. "Hakikaten ne yapacağız?" falan dese... yok olmaz. Ahmet Bey biraz daha düşündü. Bu büyük saldırıyı savuşturmaya karar verdi.
"Karakola bir telefon edelim, onlar bilir herhalde." dedi. "Oğlum, hadi bir telefon ediver."
Ali tedirgin bir şekilde:
"Ne diyeceğim ki ben şimdi o adamlara?" dedi.
"Neyse tamam ben ederim."
Ahmet Bey de tedirgin olmuştu. Ne diyecekti ki? "Onlar mı bize gelecek, biz mi onlara gideceğiz?"... Adama gülerler be... "Memur bey kardeşim bu iş nasıl olacak? Yetkili kim?"... Olmaz...
Neyse ki kapı zili imdadına yetişti. Ali kapıyı açtığında karşısında kapıcı Hüseyin Efendiyi buldu.
"Beni Hamdi Bey gönderdi. Acilen babanı aşağıya bekliyorlar. Şu komşuya gitme işi için."
Ali babasına haber verdi. Ahmet Bey'in hiç gidesi yoktu. Mecburen ayağa kalktı, gerindi. Ter içinde kalmıştı. Soba iyi ısıtıyordu, kışı rahat geçireceklerdi. Üstüne paltosunu aldı. Apartmanın merdivenleri buz gibiydi. Diğer komşular da yavaş yavaş iniyorlardı.
Yönetici Hamdi Bey, tabii ki emekli polisti. İkinci katta oturuyordu. İçeri girip selamlaşma-tokalaşma seremonisini tamamladılar. Oooo çaylar gelmişti bile. Hamdi Bey boğazını temizleyerek ortamı toplantıya hazır hale getirdi. Hayatının en önemli işini yapıyormuş gibi bir hali vardı. Ciddi, yetkili...
"Haberleri hepiniz izlemişsinizdir herhalde. Biliyorsunuz bir komşuluk hadisesi var. Buraya sizi bunun için topladım. Kimin kime gideceğini kararlaştırmamız gerek."
"Öhe, öhe Kemal Bey, şu sigarayı çeker misiniz?"
"Hamdi Bey! Şimdi efendim, bir gidecek olanlar var, bir de evde oturacak olanlar. Evde oturanlara ceza mı gelecek?"
"Yok beyefendi. Ben karakolu aradım. Bu işten yöneticiler sorumlu. Yani olay bizim inisiyatifimizde."
Ahmet Beylerin karşısında oturan genç sıkkın görünüyordu.
"Amca, bizim yarın sınavımız var. Arkadaşlarla çalışıyoruz. Bu işi kitabına uydursak. Siz karakola herkesin misafirliğe gittiğini söylersiniz, olur biter."
Hamdi Bey sinirli, "Ben sizin ne çalıştığınızı bilirim" der gibi genci süzdü. Bunları hiç gözü tutmamıştı.
"Olmaz evladım, kanun kanundur ben sorumluluk alamam."
"Hamdi Bey, kura çekelim. Kimin nereye gideceği belli olsun. Bizimkiler sofra başında beni bekliyor yahu."
"Bir dakika! Bir dakika! Ben hayatta sekiz numaraya gitmem. Her gün tepemize halı silkiyorlar, kavgalıyız."
"Siz de tepinip duruyorsunuz aşağıda. Ben de size gelmem."
"Öhe öhö hık! Ben de Kemal Beylere gidemem. Adama baksanıza boyuna sigara içiyor, bende hık astım öhö var efendim."
Ortalık karıştı. O ona gitmiyor, bu buna gitmiyordu. Halı silkicilerle tepiniciler atışıp duruyorlardı. Hamdi Bey gürültüyü dinlerken biraz düşündü ve sonunda bağırdı:
"Susun efendim susun! Herkes kendine birini seçsin, ne haliniz varsa görün!"
Hamdi Bey'in üst tondan sesi etkili olmuştu. Şimdi herkes şüpheli bakışlarla "Acaba o da kabul eder mi?" gibisinden birbirini süzüyordu. Çıt yoktu. 'Benimle dans eder misiniz'e hazırlık nevinden bir duygu içindeydiler. Dans işi Ahmet Bey'in aklına geldi ancak bunu kahkahalarla dışa vuramadı. Ciddi bir toplantıydı ne de olsa bu. Sonunda Müge Hanım sessizliği bozdu:
"Sen arkadaşlarını topla. Kitaplarınızı alın, bende çalışırsınız."
Herkes nefretle Müge Hanım'ı süzdü. 35 yaşındaydı. Hala evlenmemekte direniyordu. Güzel de sayılırdı. Rahat hareketleriyle herkesin tepkisini ve ‘yolun yolcusu’ türünden dedikoduları üstüne çekiyordu ama kimseyle samimi olmadığından bir şey diyemiyorlardı.
"Tamam abla."
"Abla deme, Müge demen yeterli."
"....?!"
Eski tüfek Cavit Bey -herkes ona böyle derdi- Ahmet Bey'i seçti. Hamdi Bey, kapıcı Hüseyin Efendi'yi ve astımlı Nevval Hanım'ı davet etti. Yavaş yavaş herkes kendine bir misafir buldu.
Ahmet Bey yukarıya çıktığında Neriman Hanımla Ali'yi yarışma programı izler halde buldu. Zavallı Ayşe hala bir örnek örneklerle boğuşuyordu. Cavit Beylere gidileceği aile efradına bildirildi.
"Aman Ahmet, hiç sevmem ben onun karısını."
"Söyledik bir kere hanım, yarım saat idare ediver."
"Baba ben gelmesem. Cavit amca kafa adamdır. Beni gelmiş gibi gösterirsiniz."
"Hamdi Bey'i başıma musallat etme şimdi oğlum. Alt tarafı yarım saat."
Salon yine az önceki kadar sıcaktı ama kimse deminki kadar mayışmış değildi. Hafif bir bekleme tedirginliği vardı üzerlerinde. Ali programdaki soruların çoğunu biliyor, "Yaa bunları nasıl bilemiyorlar, ben olsaydım..." diye hayıflanıyordu. Neriman Hanım ise oğlunun soruları bilmesinin kıvancıyla gülümsüyordu.
Saat yaklaşıyordu. Ahmet Bey yine kaşınıyordu. Bu kez sıra sırtındaydı. Kaşınan yer ise lanet bir yerdeydi. Elini alttan atıyor, üstten atıyor, bir türlü bu noktaya ulaşamıyordu. Kanepenin arkalığına sürtünerek noktaya erişmeyi başardı. Bu zorlu uğraş esnasında saat dokuz çeyreği bulmuştu bile.
"Hadi kızım. Ödevi bırak da giyinelim."
"Tamam anne az bir şey kaldı."
Ahmet Bey ile oğlu kapıda bir süre bekleştiler.
"Hanım, düğüne mi gidiyorsun? Hadi çabuk olun!"
"Geldik, tamam."
Aşağıya inerken Müge Hanım'ın sesini duydular. "Bir içki alın, ben geliyorum." diyordu özenti şırfıntı.
Kapıyı Zekiye Hanım açtı. Neriman Hanım ile el sıkışırken aralarındaki buzlar yüzlerine yansıyordu. Televizyon açıktı. Cavit Bey'in biricik kızı Eylem film izliyordu. "Merhaba" demekle yetindi.
Güzel kızdı. Yaşı da Ali'ye uygundu. Neriman Hanım kendi yaptığı bu değerlendirmeye yine kendisi şaştı. Benzer bir düşünce Ahmet Bey'in de aklından geçiyordu. "Kız istemeye gelmiş gibi olduk." diye düşünüyor ve bu düşünce ona sıkıntı veriyordu.
"Nasılsınız efendim?"
"İşte nasıl olsun, bildiğiniz gibi..."
"Anlatın biraz."
"Ne anlatayım ki?"
"Yaa, sizin kız da büyümüş."
"Büyüyorlar işte."
"Sizin işler nasıl Cavit Bey?"
"İyi"
"Hı hı."
Al işte, konuşma bitmişti. Ahmet Bey, Bakanlar Kurulu'na bir kez daha hak verdi. Aslında iki ailenin kalacağı evler yapılacaktı. Her hafta değişmeli iki aile orada kalacaktı. Eski komşuluk canlanana kadar sürecekti. Hak ediyordu millet bunu. Sonra bu düşüncenin ne kadar saçma olduğunu anladı.
Ali, göz ucuyla Eylem'i süzüyordu. Kız hiç oralı değildi. Filme dalıp gitmişti ama yine de gelenlerden duyduğu rahatsızlık hareketlerine yansıyordu. Yerinde kımıldanıp duruyordu. Ali de elini nereye koyacağını şaşırmıştı. Kah bacaklarının üstüne koyuyor, kah göbeğinin üstünde birleştiriyordu. Neriman Hanım'ın ise ayaklarıyla problemi vardı galiba, derin derin inceliyordu onları.
Cavit Bey diğerlerine baktı. Kimse kimseyle ilgilenmiyordu. Ahmet Bey'inkine benzer düşünceler aklından geçti. Eski tüfekliği tuttu. "Bu ülkeye bir devrim şart." diye düşündü ama sonra "Bir tane yetmez, en az beş tane yapmalı." şeklinde dalga geçti kendisiyle.
Zekiye Hanım filmi izlemeyi bıraktı. Sehpanın üzerinden aldığı televizyon dergisini incelemeye koyuldu. Yine hiçbir yerde bir şey yoktu. Saat on olmuştu. Neriman Hanım "Eh, artık biz de kalkalım." demeyi düşündü ama hem doğru kelimeleri bulup bulmadığından emin olmadığı, hem de ocakta çay olduğunu hatırladığı için sesini çıkarmadı. Reklam arası girdi. Cavit Bey kızına seslendi:
"Güzelim şu kumandayı versene. TRT'ye bakalım, özetleri alırız."
Haberler yine teröristlerden bahsediyordu. Bir polis memuru misafirlik sırasında şüphelenip karakola telefon etmişti. Teröristler etkisiz hale getirilmişti. Meraklanacak bir şey yoktu. Zimbabwe haberi başlayınca Cavit Bey öteki kanala geçti, bir haber daha buldu. Canlı yayında muhabire bağlanmışlardı. Muhabirin arkasında binalar görünüyordu. Yine bir eylem vardı son günlerde.
"Sıkılan kemerler canımızı yakıyor" eylemine katılanlar her gece 10'u 10 geçe otuz saniye boyunca bağırıyorlardı. Cavit Bey de bu eyleme tabii ki katılıyordu. Hatta bu yüzden Hamdi Bey'le kavga etmişlerdi.
"Ben bağırmak için çıkıyorum. Siz de gelir misiniz?"
Ahmet Bey'in canı sıkıldı bu işe. Böyle şeylerle uğraşmazdı ama misafirdi. Cavit Bey'i kırmak istemiyordu. İki arada bir derede kaldı.
"Belki bir zararı olur." diyerek kendini savunmaya çalıştı.
"Olmaz olmaz, olsa bana zararı olurdu."
Ahmet Bey mecbur kalmış oldu. Hep birlikte balkona çıktılar. Sert bir rüzgar esiyordu. Birkaç saniyede Ali'nin burnu kıpkırmızı olmuştu. Ama o burnuyla değil Eylem'le ilgileniyordu. Bağırma eylemiyle değil tabi.
Biraz bekledikten sonra bağırma sesleri gelmeye başladı. Arada küfredenler de duyuluyordu. Hep birlikte curcunaya katıldılar.
Ahmet Bey bağırırken "İyi bir şeymiş bu, insan stres atıyor." diye düşündü. Eylem ise yine sesinin kısılacağını düşünüyordu. Cavit Bey ise eski günleri...
Sesler yavaş yavaş kesildi. Hızla içeri doluştular. Zekiye Hanım'ın her eylemden sonra hazırladığı çaylarını sessizce içmeye başladılar.
Ahmet Bey yeniden ayak parmaklarını çatlattı.
ulaş akyol
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder